Değer hiyerarşisi denen şeyin kaybolmaması için yaşam ve üretim pratiği üzerinde süreklilik ve dayanıklılık arayan Erinç Seymen, nedensellik ve anlamlandırma amacının bir getirisi olarak belleğindeki dokümanların deşifrasyonunu kurnazca fark ettirmeme ya da bilinçli bir teşhir arasında dolaşıyor.
Yazı: Hazal Gençay Sungur
Erinç’le bir araya gelip şimdiye kadar ne yaptığı ve neler yapmakta olduğunu yalnızca işleri üzerinden konuşmak mümkün değil. Hele ki 1 adet A4 sayfaya sığmaya çalışan bir sanatçı portresi için bir araya geldiğimiz sohbet; yazınsal, görsel ve işitsel sanat, batılılık, insanoğlunun bedensel mimikleri ve rolleri, hız ve bellek, maddi ve manevi miras ve soyunu devam ettirme gibi geniş bir perspektife yayılıp o kadar paralel bir eksende gitti ki bu fiziksel tecrübeyi yazıya dönüştürmek avantaj ve dezavantajlarla taşıp durdu!
Erinç’in işlerinde 2003’te çocukluk, şiddet ve cinsellik kavramlarını ele aldığı ilk sergisinde bu yana öznelden toplumsal ve kamusal olana kayan açık bir seyir görülüyor. 20’li yaşlarının başındaki bir bireyin kendinden bahsetmeye ihtiyaç duymasının getirdiği bir doğallık olabilir bu elbette ancak 2003’ten 2012’ye dek her iki yılda bir açmış olduğu sergilerinin her birinin diğerine oranla daha anonimleşerek günümüze geldiğini fark etmemek mümkün değil. Bir nevi hikayelere kendini yedirerek linç kültürü, üst kimlik, toplumsal cinsiyet, milliyetçilik, aidiyet kavramlarını ele aldı. Şimdilerde; aile değerleri, bir çocuğun evrimi, orta sınıf kimliği ve mülkiyet kavramlarını didikleyen yeni bir seri üzerine çalışıyor. Erinç’in aslında her ne kadar öznel ve özelmiş gibi görünse de konularında totali ele alan bir tutumu var. Bir sanatçının hali hazırda işaret etmesi gereken toplumsal doktrinleri kendi perspektifi haline getirmiş olması mümkün. Erinç’se genel olarak güç ilişkileri üzerine üretiyor ama bunlarla kurduğu bağlantılar her defasında değişiyor.
Şu an üzerine çalışmakta olduğu son serisinde bir tür mikro devlet ya da ulus olarak aile kurumuna tekrar dönüş yapıyor. İlk sergisinde de aileyle didişen parçalar vardı, belki tekrar hissettiği bu ihtiyaç yükselen yeni muhafazakarlıkla kendine meşru zemin açan aile meselesiyle tekrar taçlandı. Ancak bu serginin konsepti için çok stratejik davrandığını düşünürken birden sohbetimizde galiba punk, özgür ruhlu, anarşist kuşağının sivri uçlarının törpülenmesinin, yatıştırılmış bireylere dönüştüğünü görmesinin kendi kişisel hafızası üzerinde bir hayalkırıklığı olarak tetikleyici unsur olduğunu fark etti. Yine de sanırım toplumun sahip olduğu denetim mekanizmaları dağılmadıkça bu her zaman Erinç’in dikkatini çekmeye devam edecek, zaten ne var ki aileye hiç dokunmadan bir kapitalizm eleştirisi yapmak da aslında söz konusu değil!
Yaklaşık 8 senedir ağırlıklı olarak mürekkepli kalemle meditatif bir izolasyon sonucu ortaya çıkarttığı ve her bir milimetre karesinde pikseline kadar bıraktığı lekenin farkında olması Erinç’in hız ve dikkat üzerine düşündüğünün bir göstergesi. 8 yıl sonra boyaya dönüş yapması ise zamanı bilinçli olarak hızlandırmak üzere oynadığı bir oyun olarak yorumlanabilir. Videolarında da zamanı genişletmenin ve yavaşlatmanın yollarını arıyor ya da hareketli imgede bir sabit alan yaratmanın yollarını. Aynı şekilde yine tam da bu yüzden müzik de bir üretim olarak pratikleri içerisine dahil. Gerçekten de o (~)3 dakikaya yılların yükünü sığdırabilmek büyü gibi birşey!
Önümüzdeki süreçte hazırlandığı yeni kişisel sergisinde yağlı boya resimlerin yanı sıra üç boyutlu işler ve Murat Balcı’yla ortak heykel ve video olarak form bulacak işler de yer alacak. Bunun dışında birçok sanatçı işbirliği de Erinç’in güncel sanat hayatında süre geliyor, mesela Hera Büyüktaşçıyan’la zamana yayılan bir ortak proje üzerinde çalışıyorlar. Ayrıca mülteci meselesiyle ortaya çıkmış kayıp verme kavramı üzerine OHNE, bir sanatçı inisiyatifi sergisi olarak 18 Mayıs’ta Viyana’da açılacak.
Erinç Seymen (1980, İstanbul) Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü’nden mezun oldu. 2006 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde Bob Flanagan üzerine yazdığı tez ile yüksek lisansını tamamladı. Militarizm, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim kodları, toplumsal cinsiyet, milliyetçilik gibi konular üzerine çeşitli konferanslara katıldı. Siyahi, Kaos GL gibi dergilerde yazıları yayınlandı. 2002 yılından itibaren, İstanbul, Ankara, Viyana, Paris, Londra, Helsinki, Lizbon ve Eindhoven’da kişisel sergiler açtı ve karma sergilere katıldı.
Seçili kişisel sergileri “Tohum ve Mermi”, Rampa, Istanbul (2012); “İkna Odası”, Galerist, Istanbul (2009); “Man Jam,” Aura Seikkula küratörlüğünde, Finnish Museum of Photography, Helsinki (2007). Karma sergileri arasında “Along the Gates of Urban”, K&S Galerie, Berlin (2004); “An Atlas of Events”, Foundation Calouste Gulbenkian, Lizbon (2007); “I Myself am War!”, Open Space, Viyana (2008); “İstanbul, traversée”, Palais des Beaux Arts de Lille, Lille (2009); “Ruh Halleri: Çığrından Çıkmış Bir Nesil”, Ecole Nationale Superieure des Beaux-Arts, Paris (2010) yer alıyor.