Çağdaş Türk sanatının mihenk taşlarından biri Mehmet Güleryüz kuşkusuz. Son iki buçuk yıldır yaşadığı Paris'te ürettiği eserlerden oluşan sergisi ''De L'Interieur'' (İçeriden) 15 Kasım'da Galeri Cyril Guernieri’de açıldı.
Yazı: Hazal Gençay Sungur
Geçtiğimiz ay İstanbul’da bir galeride Sezer Tansuğ’un yarım kalan projesini yeniden ele alan bir sergi dolayısıyla Tansuğ’un Şenlikname Düzeni’ni tekrar okuma fırsatı buldum; kitapta Türk sanatının olgunlaşan ilk izlerinden beri en belirleyici özellikleri olan mizah, renk, mekan ve kompozisyon olgusundan bahsederken Güleryüz’ün son resimlerini incelemek çok isabetli oldu benim için. Ve dolayısıyla Güleryüz ve kuşağının önde gelen sanatçılarının Türk sanatı için neden bu kadar önemli olduklarını hatırlamak ve uzun zamandır üzerine düşünmeyi unuttuğumuz Türk sanatının özgün özellikleri konusunu ele almak gerekliliğini hissettirdi.
Mehmet Güleryüz, Parler sans crainte, Tuval üzeri yağlıboya, 2017, Paris, 162x130cm
Akademi öncesinde İstanbul'da Fransız okulunda eğitim alan Güleryüz, Akademi sonrasındaysa 4 yıl Paris Güzel Sanatlar’da eğitim alıyor ancak ''De L'Interieur'' (İçeriden) Güleryüz'ün Paris'te 30 yıl kadar sonra açtığı ilk sergisi. Sergide ''Korkmadan Konuş'', ''Büyük Bir Ölü Olurdum'', ''Hiçbir Şey Yapmayın'', ''O Büyüdü'', ''Sana Söyleyecek Birşeyim Var'' gibi isimlerle insanın farklı hallerini ele alan 26 tablo yer alıyor. Bu yakın dönem tablolar esasen Paris’in günlük mekanlarında geçmesine rağmen çok tanıdık. Baktıkça Woody Allen sahnelerine benzettiğim her bir kare aslında Türk sanatının yüzyıllardır süregelen kara mizah geleneğini güncelliyor. Örneğin bir doktor muayenehanesinde arka planda siluet halinde silahlı figürler görülüyor ve önde yer alan çocuk izleyiciye asker selamı veriyor. Bir diğerinde toplumsal önyargıların tam aksine kız arkadaşından oldukça kısa boylu olan bir adam görüyoruz. Ya da diğer bir resimde dört bir yanı dürbünle izleyen askerler son dönemde sürekli haberlerde gördüğümüz ''dış güçler''i arıyorlar sanki. Bunun yanı sıra Türk sanatının temel özelliklerinden olan gündelik hayatın konu edilmesi, kurgusal mekan ve kompozisyonlar, renk ve perspektif yorumlamaları sanatçının resimlerinde aynı tez içerisinde açıkça okunabilir.
Fark ettiğim bir diğer nokta ise Güleryüz’ün belki de bir Paris etkisi olarak bazı resimlerinde mekanı daha önce alışık olmadığımız şekilde izlenimci bir tavırla ele alması oldu. Yarattığı mekanlarda sanatçı, aşina olduğumuz hızlı spatül darbelerine yine hızlı renk geçişleri de eklemiş. Mekan-derinlik ilişkisini sorgulamış ve empresyonist bir paletle çalışmış.
Mehmet Güleryüz, La visite, Tuval üzeri yağlıboya, 2017, Paris, 162x130cm
Resminde yarattığı başlangıcı ve sonu belli olmayan muğlak mekanlarda varolan dinamik figürleriyle, toplumsal deformasyonu ilerlemeci bir gözle negatif ve pozitif anlamda bir araya getiren Güleryüz'ün sanatına bütünsel bir gözle baktığımızda yoğun dışavurumcu koreografik kompozisyonları ve gündelik hayatı tavizsiz olarak sunduğunu görüyoruz. Mehmet Güleryüz Türkiye'nin toplumsal, kültürel ve politik meselelerini resminde tüm çıplaklığıyla izleyicinin yüzüne vurmaktan çekinmeyen bir sanatçı. Fırçasının büyüsü yanında onu çağdaşları arasından ayıran bu gerçekçiliği belki de. Çünkü anlaşılır, içten, doğrudan ve keskin nişancı. Ailesinden hem Osmanlı geleneklerini hem de Avrupa kültürünü alan Güleryüz, tüm DNA’sında hissettiği köklerini sahip olduğu evrensel bakış açısıyla eriterek küresel platformda yerini alıyor. Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdiğinde kalıplaşmış eğitim sisteminin onu tatmin etmemesiyle tiyatroya yöneliyor ve bu yönelim onun resmi için geri dönülmez bir açılım yaratıyor. Tiyatrodaki doğaçlama yöntemiyle resminde herhangi bir eskiz ve ön çalışma yapmadan 14-15 saatlik seanslarla, bir yazarın düşüncelerini hızla kağıda fırlatmasına benzer bir metodla üretiyor.
Mehmet Güleryüz, Béte noire, Tuval üzeri yağlıboya, 2017, Paris, 162x130 cm
Bir resme baktığınızda ressamın kullandığı renkten, malzemeden, fırça darbelerinden o sanatçının karakteri hakkında az çok bir fikir edinebilirsiniz. Mehmet Güleryüz ise fırça kullanmıyor, spatülü adeta bir bıçak gibi tuvali ve boyayı yararcasına kullanıyor. Bir röportajında kendi sanatını tanımlarken Güleryüz şu ifadeleri kullanıyor: ''İnsanların gerçek davranışlarını, yani ciğerlerini resmetmek istedim - sosyal ilişkilerdeki ikiyüzlülüğü, insanların ''bedenlerini taşıma'' tarzlarını, cinsellikle ilişkilerini. Kendimi adeta yoğun bakım servisindeki bir hekim yerine koydum: hiç durmadan toplumun nabzını ölçtüm, psikolojik ve fiziksel evrimlerinin izini sürdüm, radyografisini çektim. Tarihte önemli bir rol oynamış olan, göz ardı edilemeyecek bir ülkenin evrimini, Avrupa’nın ve dünyanın evrimini yankılayan evrimini içeriden izledim.''
Mehmet Güleryüz’ün ''De L'Interieur'' (İçeriden) isimli sergisi 22 Aralık’a kadar Paris Galeri Cyril Guernieri’de.
Mehmet Güleryüz, J'ai quelque chose a te dire, Tuval üzeri yağlıboya, 2016, Paris, 61x40cm
Sergiyi 3D gezmek için:
https://my.matterport.com/show/?m=V6Pc28KQSag&nozoom=1
Portre Fotoğrafın Künyesi:
Mehmet Güleryüz Paris’teki Atölyesinde, Kasım 2018
Fotoğraf: İbrahim Öğretmen